1968 hareketinin gençlik liderlerinden Melek Ulagay, 1970'lerin başında Filistin'e gitmiş ve bir mülteci kampında bulunmuştu. İsrail devletine karşı direnişin tanıklarından biri olan belgesel sinemacı Melek Ulagay, Filistin'e Özgürlük Platformu aktivistlerindendir. Sosyalist İşçi gazetesinin sorularını yanıtladı.
Filistin’e Özgürlük Platformu toplantısında bu sefer Gazze’de yaşanan sürecin öncekilerden çok daha farklı olduğunu, bir soykırım girişimi olduğunu ve hemen bitecek bir süreç olmadığını söylemiştiniz. İsrail’in bu seferki saldırısının özel niteliğini biraz açabilir misiniz?
MELEK ULAGAY: İsrail-Filistin çatışmasını 1968 yılından bu yana izleyen ve yakınında yaşamış birisi olarak, son Gazze saldırısının 1967 yılından bu yana yaşananlardan farklı olmasının sebebi benim açımdan İsrail’in artık Filistin halkının bir devlet olması, yani iki devletli çözüm veya demokratik bir İsrail devletinde bir arada yaşama gibi çözümlerden uzaklaşarak, tek ve Yahudilere ait bir devlet projesini yaşama geçirme niyet ve amacıdır. Bu yıl Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Netanyahu bir İsrail haritası göstermiştir. Bu haritada artık Filistin hiç yoktur, tek ve yekpare bir İsrail vardır. BMGK üyeleri bu haritayı görüp sessiz kalarak, bu haritayı kabul etmiş oldular. Gazze Savaşı bu kabulün üzerine ortaya çıktı.
İsrail’in Filistin’e saldırılarının tarihi varsa aynı zamanda bir de Filistin halkının direnişinin tarihi var. Bu direniş tarihini biraz özetleyebilir misiniz?
Filistin direnişinin tarihi çok eski. 1947 de BM kararıyla İsrail devletinin resmen kabulü ve bunu izleyen süreçte İsrail silahlı güçlerinin Filistin halkını topraklarından kovarak, 1948’de 750.000 Filistinliyi komşu Arap ülkelerine sürerek mülteci statüsüne sokmaları ve bugün Nakba olarak anılan bu sürgün olayıyla başlayan bir süreç. 1965 yılında Arap ülkelerinden ümitlerini kaybeden Filistinli mülteciler, kendi aralarında örgütlenerek İsrail’e karşı silahlı bir direniş hareketi oluşturdular. Yaser Arafat ve arkadaşları gibi Müslüman, George Habash, Naif Hawatmeh gibi Hristiyan kökenli liderler ayrı yapılanmalar kurarak, dünyaya Filistin halkının sesini duyurmak üzere uçak kaçırma, rehin alma vb. eylemlerle dünya gündemine oturdular. Daha sonra bu örgütler, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) olarak tek çatı altında birleştiler. FKÖ Filistin'in sesi olarak Yaser Arafat'ın başkanlığında büyük bir mücadele verdi. Bu mücadele demokratik zeminde birlikte yaşayan iki halk veya iki ayrı devlet kurulması üzerine yapıldı.
Bazı bölge ülkelerinin ve Türkiye’nin İsrail’le ikili anlaşmaları ve ticari ilişkileri hemen ve derhal durdurmamasının nedeni ne olabilir?
Oslo Barış Anlaşması gündeme geldi, ancak İsrail bütün bu süreçte Filistin halkı üzerinde, hem diasporada hem de işgal ettiği topraklarda baskı ve şiddet uygulamaya devam etti. 1982 Beyrut kuşatmasında, Ariel Şaron komutasında İsrail ordusu, ABD ile anlaşarak Arafat ve Filistinli fedaileri Beyrut’tan çıkarttılar, bundan hemen sonra ise Beyrut’taki iki büyük Filistin kampında, Sabra ve Şatilla'da korkunç bir katliam yaparak 3000’den fazla sivil Filistinliyi katlettiler. Bugünkü kanlı süreç böyle başladı.
Sizce Türkiye neden Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda başlattığı soykırım suçlamasında aktif bir şekilde yer almadı, bu sürecin bir parçası olmadı?
İsrail devleti, Batı kolonyal sisteminin son kalesi olarak, bugün kapitalist liberal sistemin varlığı ile bütünleşmiştir. Bu devletle de bağlantılı olan sermaye, hem ABD hem de AB ülkelerinde çok güçlüdür. Sermayenin uluslararası olması, dünya siyasetinde söz hakkına sahip olması demektir. Ticaret eski zamanlardan bu yana dünyayı yöneten güçtür. Hiçbir ülke bugün bu çarkın dışında kalamaz, kalırsa ekonomik olarak var olamaz. Ancak kolonyal Batı sisteminin dışında kalarak mücadele verebilir. Bugün İran'ın Direniş Cephesi'nin yaptığı gibi.
Gazze ile dayanışma için küresel ölçekte gelişen hareketi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sorunun yanıtı bir önceki soruyla bağlantılı. Bugün var olan ve 1945 'de 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası sistem, Batılı güçlerin kendi aralarında kurdukları bir ittifaktır. Soğuk Savaş yıllarında, kapitalizm ve komünizm iki ayrı sistem olarak var olmaya çalıştıklarında, bu sistem demokrasiyi korumak kisvesi altında Batılı devletlerin ve Batı sermayesinin çıkarları doğrultusunda çalışmıştır. NATO da aynı bağlamda kurulmuş bir askeri yapılanmadır. NATO üyesi bir Türkiye ne kadar bağımsız olabilir ki?